Ankara’da bir memur çocuğu olarak büyümüş olmanın, sonrasında devrimciliğin getirdiği göçebeliğin hissiyatında hiç memleketim olmadı, hiçbir yerli olamadım, biraz Ankaralılık, biraz ODTÜlülük belki. Kentliliğin çevresine ipince dizilmiş olan mahalleliği –ki Ankara’nın Mamak’ında büyümüş olmama karşın-hissedemedim. Okmeydanı, ancak, belki de Boğaziçi Üniversitesi’nin öyle ya da böyle ‘evrensel özgürlüğüne’ karşı benim yerelim/mahallem oldu. Şimdi, TV’lerin her birinde mahalleme nasıl girilir, tartışılıyor; ben de ilk kez devletin/siyasetin/medyanın/akademinin araştırma nesnesi olarak görüyorum kendimi. İçerliyim, dostlar, mahalleliyim.
Mahalle, sınırları bilmektir. Bu sınırlar sadece mekansal olarak çizilmez; güvenlik, adalet, hukuk ve zamana dair gündelik hayatta işleyen hakikatlerin kavramlarına dair de çizilir. Okmeydanı’nın İstanbul’un merkezinde ancak bambaşka bir güvenlik, adalet, hakikat ve zamanla yaşanan bir mekan olduğunu ancak bu sınırlarla açıklayabiliriz. İstanbul’un kavramlarıyla Okmeydanı’na bakmaya çalışırsanız, en fazla “eyleme katılan çocuk”ların rehabilitasyonu sonucunu çıkartabilirsiniz.
Mahalle sınırları bilmektir; gerçekliğin sınırlarını, ‘hizmet’in sınırlarını, ‘yardım’ın sınırlarını, ‘ceza’nın sınırlarını: metrobüs durağının sadece bir mahalleyi cezalandırmak için olabilecek en uzak noktaya yapılabileceğine şahit olmaktır mesela. İstanbul’un kent merkezine dönüşmüş her yerinden ötede bir yerlerde, sokağa çıkmanın sadece Taksim Meydanı, Kadıköy Boğa olmadığı; sokağın yaşadığı bir yerlerde, mahalleliyim ben de.
Benim mahallemin çocukları var. Berkin’i tanıdınız, ben Berkin’i vurulmadan çok önce bir duvar karalamasında –ki hala durur sokağımın başında- arkadaşlarıyla isimleri alt alta kazınmışlığından tanıdım, ki karşı duvarında Kürt hareketinin örgüt tarihi isim isim kazılıdır. Yazılama, Gezi’yle göçebeleşti kentin duvarlarında, biz de kalıcılığı işaretlesin diye durur yıllardır. Sivas’tan, Çorum’dan, Tokat’tan, Amed’den, Van’dan, Hakkari’den devlet ve şirket eliyle göçertilmiş köylerin yıkık gecekondularının üzerinde yükselen kiralıklar, kalıcılaşsın diye. Şimdilerde Suriyeli mültecilerin, siyahilerin ve Avrasya göçmenlerinin en ucuz işgücü olduğu kapanmaya yüz tutan tekstil atölyeleri.
Mahalle, sınırları bilmektir. Bizim çocuklar, sınırları bilirler, Şark Kahvesi’nin ötesine geçerlerse sadece polisle, sadece faşistlerle değil bir başka kentle de karşılaşacaklarını bilirler. AVM’leri özlerler mi özlerler, rezidanslar Okmeydanı’na gölgesiyle hükmeder mi, hükmeder. Ama bizim çocuklar sınırlarını bilirler. Tüm göçebeliklerinin bu mahallenin sınırlarında bir kalıcılığı olduğunu bilirler. Ancak bu mahallede kalıcı olabileceklerini bilirler. Sınırlarında hakikatlerini, sınırlarında zamanlarını ve kendi mahallelerini kurarlar. Kentin tam da ortasında kentin en dışında yaşamanın ne olduğunu bu sınırlarla bilirler. En çok fırınları vardır, Okmeydanı’nın. Eve günde 15 ekmek almak nedir, bildiniz mi?
Okmeydanı’nda peki, güvenlik politikaları neden tutmaz? Çünkü, Okmeydanı’nda güvenlik ve adalet başka tanımlanır. Okmeydanı’nda güvenlik polisin yokluğu demektir. Çünkü polis, sadece biber gazı, sadece devlet demek değildir. Okmeydanı’nda polis, akrep araçlarının peşine takılmış uyuşturucu satan çeteler demektir. Okmeydanı’nda polis, kentsel dönüşüm belediyecilerinin mahalleye girebilme garantisidir. Okmeydanı’nda güvenlik, özel eğitimli güvenlik elemanları tarafından sağlanmaz. Okmeydanı’nda güvenlik, elleri ve yakaları temizlerin elleri kanlılarca korunması demek değildir. Mahalleyi kendi çocukları korur, kollar. Hatasıyla sevabıyla devrimci örgütlerin etikleri korur. Çocukların kendi kurallarını derme çatma kurması korur. Okmeydanı’nda adalet mahalleyle kurulur. Köşebaşlarında bekleyen çocukların, Cemevi’nde duran dedelerin, derneklerde konuşan kadınların adaleti konuşur Okmeydanı’nda, eğrisiyle doğrusuyla. İki durak ötede bulunan ‘Avrupa’nın en büyük Adalet Sarayı’nın gölgesi ancak gözaltılar için, yani adaletsizlik için vurur Okmeydanı’na. 1 Mayıs eylemlerinde “yüzü maskeli teröristlerin” molotoflarla patlattığı A101’de hangi devrimci etiğin/adaletin işlediğini devlet elleri anlattırır mı? “KCK’den tutuklanmış 70 yaşındaki anneye makarna götürmemiz lazım” diyen 10 yaşındaki çocuklardır, boy boy molotoflu terörist ilan edilenler. Devletin vermediğini, veremeyeceğini kendi eliyle kurmaya çalışmaktır Okmeydanı.
Eyleme itilen çocuklar denilen, eylemle doğan çocuklardır. Gezi bir yaşındaysa bugün, Okmeydanı’nın çocuklarının şiddet deneyimi Gezi’nin beş altı katıdır. Gaz bulutları içinde tavla oynamaya devam eden dedeler vardır Okmeydanı’nda. Bilirler ki, yabancılar az sonra çekilecektir, gaz bulutlarına yeterli karşılığı aldıktan sonra. Devleti bilmektendir, sınırları bilmektendir, Okmeydanı. Devletin örgütlü ve tekelci şiddeti karşısında taşı, havai fişeği, molotofu lanetlemek; eli ve yakaları temizlerin devlet aklından başka bir şey ifade etmez Okmeydanı’nda. O akıl da; “Molotof varsa MİT vardır”, der geçer. Özel güvenlik elemanlarının koruduğu sitelerin 155’e bağımlı güvenliği; Okmeydanı değildir. Okmeydanı ama bir kadın için, bir LGBT için, bir Kürt için, bir Alevi için en güvenli/en adil yerdir. (ÖK/HK)